TRT SANATSAL VE POLİTİK SORUNLARI OLAN BİR KURUM - Televizyon belki de kalkmalı Türkiye'den

07 Şubat 2010 by M ü z i K ü l t ü R
Paylaş
Kulisler tanıktır ve bilir aslında heyecanların en güzelinin kendinde saklı olduğunu… Müzik adına konuşulan her söz, gözlere ayrı bir ışık veriyordu sanki. Söyleşi öncesinde bana, Onlar çok konuşmaz diyenleri adeta yalancı çıkartıyorlardı. Kayıt cihazım bile neredeyse konuşulanları yakalamaya yetişemez oldu. Başlangıçta kısacık bir zaman diliminde tadımlık bir söyleşiydi belki bizimkisi, bittiğinde asıl şimdi başladı duygusu yaratan.
-Yıllardır severek dinlediğim; bu güzel nağmeleri kulağımıza çaldığınız için çok teşekkür ediyorum kendi adıma. Bu güzel merkezde hınca hınç dolu bir salona konser vereceksiniz. Ayaklarınıza sağlık, geldiniz, hoş geldiniz. Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu dediğimizde son on- on beş yılı değerlendirdiğimizde aslında Türkiye’de halk müziğindeki bir devrimin öncü isimleri diyebilir miyiz?

E.O. : Ooo; çok iddialı bi şey o…Tamam, biz acemice üzerine bir şey yapmaya çalışıyoruz ama ölçü değil yani o. Halk müziğinin kendisi gibi olabilmek bizim de pek becerebildiğimiz bir şey değil.

-Müzik aslında eskidir diye bir tabir kullanmışsınız, çok hoşuma gitti. Anlatabilir misiniz?

E.O. : Felsefik bir yaklaşım. Onu burada söylemek sıralamak nasıl lazım ama biz müzik seslerini yaratmıyoruz hatırlıyoruz, öğreniyoruz, seçiyoruz var olmuş, tabiatta canlılarla birlikte, cansızlarla birlikte enerji olarak mevcut, onlardan seçkiler yapıyoruz, duyuyoruz, duyamıyoruz, duyduğumuz kadarıyla esinleniyoruz veya bir başkasının tabiatta ürettiği sesi taklit ediyoruz. Deşifre olmuş denebilir. Ama geçmişte olan bir şeyi biz bugüne çekmeye çalışıyoruz.

-Fizik mühendisliğinin bunda etkisi var mıdır?

E.O. : Var evet.

İ.H.D. : Belki şeydir Erkan az önce onu söyledi işte “en yeni müzik, en eski müziktir “ diye. Son mesela 20-30 yıla 50 yıla baktığımız zaman herkes, çağdaş müzik diyor, Türk-batı sentezi filan böyle değişik isimlerle yeni bir şey yapıldığı iddia ediliyor. Erkan da sanırım buna bir şey olarak değerlendirme yaptı. Aslında en eski müzikler daha sağlamdır. Yeniler eskiler kadar şey değil. Onun yine kopyası.

E.O. : Yeni diye sunulan kişinin ya da bestelerin ya da müzikçinin veya sanatçının yeni sanat diye keşfettiği zaten olan bir şey. Var olan bir şeyi keşfettiği için geçmişten gelen bir şeyi keşfetmiş oluyor. O keşfettiği şey de ne kadar derindeyse ne kadar eskiyse arkeolojik bir buluntu gibi o kadar kıymetli, o kadar az bozulmuş, o kadar saf, o kadar insana geçmişten haber veren, bir şeyi karşına getiriyor. O yüzden o yaklaşımla yani eski müzik bizi daha çok en azından şahıs olarak heyecanlandırıyor onun bozulmamışlığı, böyle mücevher gibi saklanmış olması, heyecan verici.

-Bugün konuşulan ve tartışılan bir konudur; türkü formunda beste derler. Siz bu konuda ne söylersiniz?

E.O. : Türkü formunda beste yapıyor insanlar ama işte dediğim gibi esinlenerek, hatırlanarak, birisinden birebir alarak, bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde, duymuştur ama unutmuştur, on sene sonra. Bilinçaltından bir şekilde yüzeye gelmiştir, o da kendisinin yaptığını sanmıştır, yanılmıştır ama farkında değildir. Ama beste formunda türkü yapıyor insanlar.

İ.H.D. : Birde çok yapan insan var yani. 100 yıldır belki kaç yüzyıldır yapılıyor bu. Son yıllarda da yoğun bir şekilde yapıldı herkes bir şey yaptı filan derken o manada da eski şeyler çok önem kazanıyor. Ne kadar bir şey yapıyorum desem de, çok iyi bir şey olmuyor, suyunun suyu bir şey oluyor yani. Esinlenmeler de birbirinin kopyası, birinin esinlendiğinden belki sen de esinleniyorsun. Aslında esinlenmiyorsun da aktarımlardan filan, öyle bir durum da var yani çok da güzel şeyler yapabilmek mümkün değil, öyle de bir riski var yani.

E.O. : Eskiden ya da bizim işte otantik müziğimiz diye bildiğimiz şeyler bile değişime uğramış zamanında başka eski zamanlardan etkilenerek oluşmuş müzik parçaları. O da ayrı tartışılır.

-Peki, bu sentezler gündeme geldikçe, bize sunulan ve bizim de algılamaya çalıştığımız bu olgunun içinde müzik bilgisi olan var olmayan var, popüler gündemin getirdiği popülerlikle sunulanlar var, alıp kabul edip sindirdiklerimiz var, normalleştirdiklerimiz var. Bunların içerisinde, size tatlı gelen yakın gelen, bir sentezleme var mı?

E.O. : Bu sentez düşüncesine genel olarak takılıyorum, o kimyada oluyor işte. Başka bir şeyle pek sentez olmuyor işte. Ama insanlar tabi arayış içerisindeler bir takım deneyler veya işte hevesler veya inançlarla çok emin olarak tabi bazıları bir takım birleştirmeler, iç içe geçişmeler yapıyorlar. Çeşitli kültürlerin iç içe girerek batıyla doğuyu sistem olarak iç içe sokarak, enstrümanları birbirine denk düşürerek yapılan şeyler var. Arasında enteresan olanlar mutlaka vardır. Zaman zaman duyuyoruz, ama ben hep elma elma gibidir, armut armut gibidir, doğu doğu gibidir, batı batı gibidir, her şey yerli yerinde olsun diye özleyen birisiyim.

İ.H.D. : Ben de katılıyorum Erkan’a, bir de şöyle bir kıyaslama yaparsak; diyelim ki Âşık Veysel’i dinliyoruz. Sürekli dinleyebilirsiniz O’nu ama o dediğiniz manada yapılan şeyi öyle dinleyemiyorum yani belki çok daha iyi çalıyordur adam işte bir şeyler yapmıştır ama nedense öyle bir şeyi var o artık nasıl izah edilir bilmiyorum. Orijinali özlüyorsun gibi bir şey oluyor.

E.O. : Ama ben şeyden yanayım yeni, yani o güne kadar olmamış bir müziği insanlar beste ya da bir orkestraysa ya da türkü, şarkı neyse, beni daima heyecanlandırıyor. O daima yeni bir şey duyabilmek, o ihtiyacı hissediyoruz.

İ.H.D. : İcracılık mesela son yıllarda gelişti. Çok iyi çalanlar var, o manada hayretle dinlediğim insanlar var. Çok iyi çalıyorlar filan ama dediğim gibi dinleme süresi nasıl olur onu çözemedim daha.

-Bir dönem çok tartışıldı; bas bağlama olsun mu olmasın mı, kaldı ki siz bir de böyle bir sentezi yapmışsınız.

İ.H.D. : Bizim yaptığımız aslında kendiliğinden ortaya çıkan bir şey, seslerimiz de öyle sazları da ona benzetmeye çalışıyoruz, Erkan’ın armoni olarak katmaya çalıştığı bir şeyler var ama oda belli sınırlarda. Ona dikkat ediyor Erkan işte çok abartılı gelmesin diye. Ama dediği gibi insanlıkta bir şeyler istiyor işte. Bizde nefsimize hâkim olmaya çalışıyoruz işte. Onu biz çok beğenmesek bile öyle bir heyecan mıdır, nedir? Gençlik.

-Gençlik açılım mı istiyor?

E.O. : Genel, ortalama dinleyicilerin müzik anlayışı çok yüzeysel yaklaşımda. O yüzden bunlar hep olacak.

-Bunun da eğitimle ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?

E.O. : Tabi ki çocuklar ana karnından, aileden, yediği yemekten, oturduğu odadaki ışıktan, say sayabildiğin kadar.

İ.H.D. : Toplumun o dediğimiz kaygıları anlaması çok zor, öyle bir çaba yok bir kere.

-Umudunuzda yok mu ya da o umudu besleyecek hissiyatınız var mı?

E.O. : Var çünkü biz varsak, siz de bizi düşünüyorsanız bir şeyler hala var demektir. Bu işin farkında olup, ülkenin düşüncesinde, estetiğinde bir değişiklik olsun diye düşünenler varsa öyle yönetenler böyle düşünürse, çoğalırsa olabilir, niye olmasın.

İ.H.D. : Geçen bir şef izledim televizyonda. Venezüella’da on yıl önce mi yirmi yıl önce mi ne bir adam sokaklardaki tinercileri filan toplamış ve şu anda beş yüz bin kişilik bir müzisyen grubu. Bir ülke için çok önemli bir rakam. O kadar müzisyenin oranın içinde olması çok önemli bir şey

E.O. : Türkiye’deki toplam profesyonel müzisyen müzikle yaşayan insan sayısı iki bin. Ona göre çok büyük bir rakam.

İ.H.D. : O beş yüz bin kişi ailesine de bir şeyler katabilir olur iki milyon kişi mesela. O da çok büyük bir rakam yani. Demek ki oluyor. Yani istenince yapılıyor, istemeye bağlı.

-Sanırım Erkan beyin sözü o Anadolu’da her beş km. de bir müzik aleti değişir, tını değişir, yemek değişir, dil değişir, iklim değişir, aslında böyle bir zenginlik varken gerek var mı?

E.O. : Uzağa gitmeye gerek yok tabi. Onun kıymetini bilmek, esas sorun orada. Bu da işte yine politikasına, işin yönetimine gelip dayanıyor tabi. Yani çocuklarımız eğitilmedikçe hiç bir şey olmaz

-Bir haber okudum; ilkokullardaki müzik dersleri ve resim dersleri ile ilgili yeni bir düzenleme yapılacakmış. Ders saatlerinin indirilmesi söz konusuymuş. Ne dersiniz?

E.O. : Ben de tam tersini iddia ediyorum. Diyorum ki ilkokulda, ortaokulda, lisede neyse en fazla ders resim dersi olsun, en fazla ders müzik dersi olsun, öbürleri az olsun… Resim yaparken müzik dinlesin, müzik yaparken resme bakıp onu hayal etsin.

-Ama o zaman o çocuk sorgulayacak?

İ.H.D. : Zaten ondan kaynaklanıyor, oraya gelip dayanıyor. İnsanların sorgulaması istenmiyor. Bizim zamanımızda da ya boş geçerdi müzik dersi ya da beden eğitimi hocası girerdi. İşte birine şarkı söyletirdi, türkü söyletirdi. Öyle bir anlayıştı yani hep terk edilmiş. Belki o dönemde hani çok eğitimcide yoktu bilmiyorum.

-Peki, o beş km. de bir değişen müzik aleti, koku, doku, yemek, tüm bunların yansıması niye bugün yaşanmıyor?

E.O. : O terk edilmiş bir konu. Bunu herkes o kadar kanıksamış ki.

-Ama söze geldiğinde türküler değerimizdir, özümüz, kültürümüzdür deniliyor. İcraata gelince neden öz yansıması kalitesiyle görülemiyor, duyulamıyor?

E.O. : Gerçek manada ona sarılmış tutunmuş değil. Kıymeti bence bilinmiyor hiç.

İ.H.D. : Bugün artık onları korumak çok zor tabi. Artık tek tip insan yaratılıyor. Televizyon, giyim-kuşam, her şey yani, yemekler fast- food bilmem ne işte. Yemeklerde kaybolacak belki ileride kimse yapmayacak. Biraz geçmişte kalan bir konu ama kıymetini bilmedik tabi. Hala bilinebilir çok geç değil. Ama yavaş yavaş gidiyor. Gençler mesela bizim yemekleri yapmasını bilmez yani. Müzikler de öyle.

E.O. : Biz ucundan yakaladık bu işleri ama benim çocuklarım veya bizden sonraki jenerasyon pek öyle değil. Kasabada köyde yaşayan insanlar hala öyledir. Koruyabiliyorlardır belli ölçüde ama şehirde yaşayanlar içersinde, o çarkta olan insanlar var.

-Televizyonun etkisi nedir?

E.O. : Televizyon belki de kalkmalı Türkiye ‘den.

-Radyo mu televizyon mu?

İ.H.D. , E.O. : Radyo.

E.O. : Radyoda böyle bir hafif bir erdem hissi geliyor bana. O da öyle eskideki radyo yani şimdiki radyolar değil. Ama ben biliyorum ki televizyonun icat edilme nedeni, onu icat eden adam şunun için icat etti; bir alet yapayım da reklam yapılabilsin onunla ve satışlar artsın. Temel düşünce buymuş. Dolayısıyla o hedefine ulaşmış vaziyette. İki tane reklam arasında bir film, dizi ya da aslında tersiymiş gibi gözüküyor ama. Haberleri izleyen de, belgesel izleyen biri de aslında o reklamı izliyor sonuçta! Aslında tam tersine bir reklam furyasının içerisinde. Aralarda bunları izlemek durumundalar. Dolayısıyla hedefine ulaşmış bir reklam makinesi.

-TRT Müzik, TRT Avaz, TRT Şeş ve benzeri kanalları ile TRT’nin müzik ve kültür adına yapmaya çalıştığı değişim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İ.H.D. : Onlar da sanki zorla yapıyor gibi, o hale getirildiler.

E.O. : Kendi içinde hem teknik hem kültürel yani sanatsal ve politik sorunları olan bir kurum. Hiç biri inandırıcı değil. Güzel görünmeye çalışanlar var ama yemiyoruz.

İ.H.D. : Aynı düşünüyorum. Genel olarak televizyon bir de şey yapıyor yani dünyayı yönetmek için çok iyi bir silah, en büyük silah yani. Eskiden mesela; radyo yokken televizyon yokken insanları nasıl etkileyeceksiniz? Birçoğu zaten ne gazete okuyor ne bir şey. Etkileme şansı yoktu direkt olarak, köylerde şurada burada yaşayan insanı. Ama şimdi öyle değil. Şimdi herkesi bir merkezden istenildiği hale getirdiler. Çünkü haberi de onlardan dinleyeceksin, filmi de onlardan izleyeceksin, tek söyledikleri bizi sevmiyorsan kapat. E kapatsan ne olacak öbürü, o da aynı, gez dolaş iyisi yok yani ne yapacaksınız arada bir tane yakalayacaksınız da bilmem ne yapacaksınız. O büyük bir silah olarak keşfedildi yani.

E.O. : Çocuklarımızı çok etkiliyor televizyon. Ben üzgünüm, yani kızgınım çünkü kontrol edemiyoruz. İnternete gelemedik daha hala, orada kim bilir nasıl bir ahlaksızlık düzeyinde bir yolsuzluk ve soysuzluk var. Televizyon ise kandırıyor bizi yani.

İ.H.D. : Bir şey üretemiyorsun yani televizyon varken. Sürekli açık. Evde kitap okuyamazsın, sohbet edemezsin, öyle bir de şeyi var yani, onu belki de atmak lazım yani Erkan’ın dediği gibi yoksa kurtuluşu yok, öyle lanet bir şey yani.

-Gelelim birazda sizin birlikteliğinize. Okul yıllarından beri bir aradasınız, birlikte müzik yapıyorsunuz. Bu süreçte mesela İsmail Bey; Erkan Beyi; Erkan Bey İsmail Beyi tanımlarsa neler söyler?

İ.H.D. : Öyle madde madde anlatmak biraz zor olur da işte 80 yılından beri birlikteyiz, okula girdim 80’de. Otuz yıl olacak yakında, konservatuarda aynı sınıflara düştük. O zamanlar çok zayıftık. İkimiz de dal gibiyiz böyle, fotoğraflara bakınca, aynaya bakmamak lazım, bakmayınca iyi, anlamıyorsun. Erkan daha çok enstrüman yapımına ilgi duyuyordu. Orada Zafer hoca vardı, o zaman gitar ağırlıktaydı, perdesiz gitar bilmem ne.

-Sizin kendinizi, duruşunuzu tamamlama sürecinizi nasıl tanımlarsınız?

İ.H.D. : Bizim aslında okul işi de bir şans. Ben askerden sonra okula girdim, tesadüfen de aynı sınıfa düştük. Muhakkak okulda bir şeyler oluyor, gözlemlerin oluyor, okulun havası ortamı belki de bir şey katıyor içine. Ama sonradan düşündüğüm zaman okul öyle çokta bir şey öğretmiş filan değil. Dışarıdan gelsen öğrenebilirsin gibi bir şey duyuyorsun. Ama Erkan mesela o zaman sınıftayken 2. Sınıfta mıydık, 1. Sınıfta mıydık gitar o zaman çalıyordu. Bizim sanat müziği hocamız vardı Özdal Orhan, bir gün bir parça çaldırttı Erkan’a sınıfta. Klasik bir parça. Ben mesela ilk defa bir adamı klasik gitar çalarken izlemiştim. Enteresandı yani.


- Peki, bu birlikteliğin son dönemdeki üretimlerinde neler var?

İ.H.D. : Bu kış belki bir şeyler yapacağız, öyle bir niyetimiz var. Yaklaşık on yıl oldu son albümden bu yana.

E.O. : Üretim daha çok icra şeklinde devam ediyor uzun zamandır. Bu korsan CD ve telif sorunları yüzünden zaten müzik işi durmuş vaziyette. Plak şirketleri kapanıyorlar, üretim olamıyor yani. Bizim için sorun yok da plak şirketleri tercih etmiyor, yaptıkları yatırım geri dönmüyor. Onlar işin daha çok ticaretiyle ilgili.

-Şimdi şikâyet ettik ya hani gençlik şöyle böyle dedik. Bir taraftan da baktığımızda sizin konserleriniz o gençlerle dolu oluyor...

E.O. : Bizi şaşırtan o zaten. Böyle bir ilgi var. O istikrar hiç bozulmadı. Bu ümit verici. Sonra eve gidip yola çıktığımızda insanlar nerede diye şaşkın şaşkın etrafımıza bakınıyoruz duyduklarımıza göre.

Bu röportaj MEDYALOJİ blogundan alınmıştır. Röportaj Kübra Doğru tarafından yapılmıştır.

Yazıcıya Gönder
Posted in Etiketler: , , , | 0 Comments »

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

M ü z i K ü l t ü R. Blogger tarafından desteklenmektedir.